Ramazan ayını hep severdim, hep severim. Bir çoğumuz gibi sıcak pide ve kocaman bir softa etrafında en yakınlarımız ile geçirdiğimiz iftarlı akşamlar bunda büyük paya sahip. Kah evde kah camide kıldığımız teravih namazları ise umutla beklediğim anlardı.
Amerikada okuduğum yıllarda Ramazan ayı biraz buruk geçerdi, o coşkulu iftarları, anne yemeklerini ve hazır sofraları çok özlerdik. Neyse ki bize kucak açan harika aileler olmuştu. Hem yabancı müslüman hem de orada yerleşik türk ailelerden yana çok şanslıydık her biri bizi kendi çocuğu gibi kucaklamıştı. Aslında türk yemeklerini ben yurtdışında daha iyi öğrendim diyebilirim. Hatta kendi ülkemin çeşitliliğini anlamam için maalesef yurtdışına çıkmam gerekti. Analar kızlıdan, sebzeli dolmaya, mumlardan daha ismini hatırlayamadığım bir çok zor yemeğe kolayca ulaşmak benim gibi bir obur için tam bir altın fırsat olmuştu. Bize ülke hasreti çektirmeyen o insanlara binlerce teşekkür etmek isterim.
Henüz ilk Ramazanımızdı, okulda bir broşür asmışlardı panoya "FAST-A-THON" birlikte oruç tutalım etkinliği. Amerikada müslüman olmayan öğrenciler oldukça meraklı bu konuda, nasıl dayanabildiğimizi ve nasıl aç durabildiğimizi merak ediyorlar. bu duruma fiziksel bir deneyimle açıklık getirmek için en az 1 gün oruç deneyimlemek ve bir nebze orucu deneyimlemeleri için bir fırsat sunmuşlar. Sonrasında sade bir iftar sofrası ile beraber İFTAR yapmak bu etkinlik. Ben hayatımda bu kadar birlik içeren, başkasını anlamaya yönelik başka bir etkinlik daha yaşamadım. Akşama doğru herkesin kendi deneyimini paylaşması da başkaydı, bu eylemi 30 gün yaptığımız için tebrik edenler, bir daha yapamayacağını ifade edip pes edenler, ve ruhsal olarak da içine girebilenler olurdu. Çoğunlukla tek günlük deneyim bir çok kişiye yetiverirdi, sonuç olarak motiflerimiz başka başka. Bu haller "Tok açın halinden nasıl anlar" olarak dünyanın farklı yerlerinden gelen kişilerce anlaşılır olurdu. En çok karşılaştığım sorular o zaman bana yabancı gelirdi şimdilerde bizlerin arasında da aynılarını duyabiliyorum.
Mesela:
Tüm gün nasıl aç kalabiliyorsun?
Açlıktan bayılmıyor musun?
Kimse görmeden yiyebilir misin?
Yersen ne olur?
11 yaşından beri eksiksiz Ramazan orucu tutan biri olarak bazı soruları yüzümde gülümseme ile dinlerdim. Bazı soruların yanıtını kendi içimde onlar sormadan bazı cevapları bulamamıştım, sorular da bana kendi yolumda ilerlerken yardımcı oldu diyebilirim.
Keşke tüm merak edenlere bu imkan sunulabilse. Oruç deneyiminin sadece açlık değil bir nefis terbiyesi olduğunu tecrübe edebilse. Yemek yanında ama yiyemiyorsun bu diyet yapmaktan daha büyük bir irade olsa gerek.
Peki oruç gerçekten nedir?
Oruç kendini ve kendi iç dünyasındaki hayvani dürtüleri dengelemek, kainattaki al-ver dengesini anlamak için yaptığımız harika bir eylemdir. Aslen fiziksel gibi görünür, ama bütünüyle iç, dış, bilinç üstü ve bilinçaltı olarak kendini silkeleyip kendini bulma arayışıdır. Aç kaldığımızda karşımıza çıkan kişi ta kendimizdir, zorluklar ve engeller karşısındaki mücadele etme yeteneğimiz kesinlikle ve yoğunlukla Ramazanda ortaya çıkar. Kendimizi, içimizi temizlememiz için güzel bir fırsattır. İçimizin engin dağları, patika ve engebeleri düpedüz meydana çıkar ve işte biz. Davranışlarımız, hallerimiz, dünyamız arınmak için aç kalma halini bekler. En çok besinsiz kaldığında üste çıkar en BEN duygular.
Ben tüm kalbim, bedenim ve ruhum ile Ramazana hazırım. Siz de denemek ister misiniz?
Hayırlı Ramazanlar!